Şükran Moral: “Beyler siz 21.yüzyıla gelin, sizin orta çağınıza inemem”

1_7393_y4Ty6ulKUz-350x350

Okur Yazar olarak Mete Özgencil ve Umay Umay söyleşilerimizden sonra Türkiye’nin en sıra dışı ve cesur kadınlarından, dünyaca tanınmış avantgarde sanatçısı Şükran Moral ile konuştuk. Moral’ın tüm samimiyetiyle verdiği cevaplar, ses getirecek cinstendi. Lafı hiç uzatmayalım, Şükran Moral’a kulak verelim….

Sayın Moral hoş geldiniz, Önce kendinizden bahseder misiniz bize? Sanatsal çalışmalarınızın amacından? Hayata ve insanlara bakış açınızdan?

Hoş bulduk. Bu konuyla ilgili çok konuştum aslında. Şöyle izah edeyim; hayatımın amacıyla sanatsal işlerimin amacı sürekli çakıştı. Amacım yürekten inandığım projelerimi net bir şekilde anlatabilmek. İstanbul’un yeraltı sahnelerine girdiğimde genelev, hamam, akıl hastanesi ve morg gibi o ana dek kimsenin aklına buralara girerek iş yapmak aklına gelmemişti. Demek istediğim net bir tavır alınmamıştı. Tabuları yıkmak, hayatın içinde olmak bu iki tavrı çok önemsedim. Yine hapishaneye de girmek istemiştim fakat izin alamadık. O yıllardaki röportajlarımda bu isteğime de yer verilmişti. Sanatı ve yaşamayı misyon haline getirmek desem amacım çok yanlış olmaz. Evet biraz iddialı ve küstah.

Bir Türk kadını olarak bu kadar cesur olmayı nasıl başarıyorsunuz?

Cesaretimi sınayarak cesur olabiliyorum desem çok mu kapalı bir anlatım olur? Cesaret aşka benzer, aşkı ve cesareti deneyerek öğrenirsiniz. Bence en kötü şey ideallerin ve arzuların olmaması. Daha özele inersem; kendine güvenmek ve kimseden alkış beklemeden ileri gitmektir cesaret. Bu cesur lafını çok duydum teşekkür ederim ama daha önce cesur olduğumu hiç düşünmemiştim. Çok duyduğum için üstüne konuşmaya değer diye düşünüyorum. Cesur olmanın bedelini ödeyecek kadar da zengin olmalı insan. Bazen ailen seni reddedebiliyor, bir ailen bile olamıyor, bazen bütün ülke seni linç ediyor, bazen uzun yıllarca kimse işini almıyor, bazen sana sponsor olmak istemiyorlar, bazen en yakın arkadaşın sana ihanet ediyor, bazen yıllarca soğukta yaşıyorsun, yıllarca tatil yapamıyorsun, hastahane odasında yabancı bir ülkede ameliyat olmuşsun seni ziyaret eden kimse olmuyor, annenin cenazesine gidecek para bulamıyorsun..

1_7391_jSiXR9JwQV-450x450İşlerin sürekli sansüre uğruyor. Projelerini sergilemek istemiyorlar çünkü herkesin bir ailesi var. Yıllardır aç yaşıyorsun…Daha da kötüleri var ama bu kadarı yeter.Bütün bunları aşarsan kimse sana artık dokunamaz.

Olay yaratan sanat işlerinizden bahsedelim istiyorum. Genelev çalışmanızı anlatır mısınız? Nasıl bir ortamla karşılaştınız, neler yaşadınız, tepkiler ne oldu ve orada istediğiniz mesajı verebildiniz mi?

1997′de bu işlerimden kimse bahsetmedi. O zamanın küratörü benden tek kelime dahi etmedi. Yani 1997′de küratör hanımın mobbingine uğradım. İsmi Rosa Martinez’di. küratörün mobbingi yüzünden o senede işlerimin üstü örtüldü, o işlerimi yok saydılar. Her zaman olduğu gibi o andaki bir avuç sanat çevresi bunu biliyordu ama aldırış etmediler. O dönemde o kadar ünlü bir küratörün size karşı tavır alması ne demek biliyor musunuz? Neyse bütün bunları biyografimde anlatacağım. Ders alan olur belki. Yüksek kaldırıma gitmeden önce o yörenin komiseriyle konuştum. Öyle hop oraya gidemezdim.

KRAN_M~1Komisere biyografimi, hakkımda çıkan yazıları götürdüm. Anlatıyorum, şunu yaptım bunu yapmak istiyorum. Adam bana “bu manyak mı nedir?” gibisinden bakıyor. “Sanatçıysan git kağıtları boya” diyor.. “Normal kadınlar, aile kadını giremez” diyor. En sonunda benle baş edemedi dedi ki “bak biz seni koruyamayız, oranın kendi kanunları var eğer delinin biri seni bıçaklarsa içeri bile atmazlar, ona göre” Böylece bana gözdağı bile verdi. Tabi dinler miyim? Üç kişilik ekiple girdik ama kamerayı gören önce kaçmaya sonra da bizi itelemeye başladılar. O neden görüntüler sallanıyor. Bir evin pezevengini ikna edebildim sanki karşımda MOMA’nın müdürü var, saygıyla konuştum yine.Ona da katalog filan gösterdim. Olaylar çok uzun, oradaki kadınlara çok ama çok acıdım inan, anlattıkları şeyler korkunçtu.

Anlattıklarınızdan dahi anlaşılan çok zor şeyler yaşamışsınız. Peki hamamın erkekler bölümüne girerek bir performans da sergilemiştiniz? Bundan bahseder misiniz?

Dünya çağdaş sanatında o ana dek hamama girerek, yani hamamın gerçek yüzünü sanatsal amaçlı bu şekilde yapan olmamıştı. Çalışan bir hamama girdim ve de erkekler bölümüne. Bir kadın olarak ve İstanbul’da. Bunların hepsinin bir anlamı var. Hamamdaki buharı da mesela estetik bir veri olarak kullanmamdan kimse bahsetmedi çünkü olayın şokunu atamadılar. O yıllarda benden sonra hamam üstüne çok iş yapıldı gerek biz de gerek batıda ki sanatçılar. Ama o ilkti…

Sukran Moral / Hamam Performance Istanbul 1997

Kadına verilen 3 çocuk doğur görevini veya medyada paramparça edilen kadın kimliğini yansıtan ve ses getiren “Jinekoloji masasına yatarak bacak aranıza monitör yerleştirme” görüntünüz vardı? Çok tepki almış olmalısınız. Ancak bence dayatılan doğurganlığın ve toplumda kadına biçilen rolün kabul edilemeyişiydi mesajınız. Ne durumda toplum peki, dikkati çekmeye çalıştığınız o performanstan bu güne?

O işimi 1996 yılında yaptım ilk olarak. Göndermesi yoğun ve çok yönlü açıklamalar açık bir iş. Yine görmezden geldiler ama o yıllarda jinekoloji masasına yatarak bir iş yapan yoktu. Jinekoloji masası ilk planda, seçilmiş bir sanat objesi. Yıllarca kadınlarımız o masada doğurdu ve o masa çok önemli. Dikkat edin o yıllarda şu andaki internet ve cep telefonu bile yoktu veya yaygın değildi. Tek olay TV. O TV aslında bugünkü teknolojiyi işaret ediyordu bence. TV’den benim seçtiğim yaptığım videolar gösteriliyordu. Yani monitör vajinayla yer değiştiriyordu. Vajina konuşuyordu, beyler..Vajina dile gelmişti!

Bunu görselliğe dökmek çok sert radikal bir olaydı, Avrupa’da bile. 3 çocuk meselesine gelince; Buna bir de “hamile kadın sokağa çıkamaz”ı da eklesek???

Evet son yılların ve ayların en akıl almaz mobbinglerine “hamile kadın sokağa çıkamaz” da eklendi. Haklısınız. Ne söylemek istersiniz tam da yeri gelmişken?

Hah bu sorunla orta çağın göbeğine geri geldim. Sanki elimizde ışınlı tele kumanda var ve birden orta çağ. Yani ben 21.yüzyıl sanatçısıyım orta çağın sorularına cevap vermek zorunda mıyım? Yok beyler yok siz 21 . yüzyıla gelin ve burada konuşalım.

Türkiye’de kadın olmak her dönem zordu, hele şimdi daha da zor. Bunu biraz konuşabilir miyiz? Zira, sizde Türk toplumundaki kadına yapılan şiddeti, gördükleri kötü muameleleri, töre cinayetlerini, çocuk yaşta evlilikleri, doğurganlığı, dayatmaları, namus meselelerini ve meta olarak cinsel kimliklerinin dışında değer görmemelerini işlediniz sanatsal eylemlerinizde.Hatta bir cümleniz vardı “Kadın vajinası tek suçlu?”

Evet hep suçlu. Bu da 2009′da yaptığım bir işimin ismi. Bütün bu korkunç olaylar nedeniyle yapmıştım. Farkındaysanız, çok kitap okumadan da bunu görebilir insan. Kadını aşağılayan, hor gören, ikinci sınıf vatandaş gibi yaşatan yok araba kullanmasın, şöyle giyinsin, hamileyse sokağa çıkmasın diyen ülkeler de savaş var. Araplar mesela hepsinde de iç savaş var birbirlerini öldürüyorlar.. Eğer bunun cevabını verirsek kadın meselesi çözülür. Kadına karşı yobazlıkla iç savaşlar paralel yürüyor. Adamlar petrolünü kaybetmişler, vatanlarını, insanlarını hala 3/4 kadın alalım peşindeler. Ne kadar zekiler değil mi?

Hem de çok! Peki şunu sorayım Şükran Hanım. Karadeniz’in küçük bir kasabasında doğdunuz. Orada yaşayan kız çocukları tehdit altında olduğundan bahsetmiştiniz, Anadolu’nun belirli bölgesinde yaşanan küçük kızlara karşı uygulanan baskılar, tecavüzler ve evlilikler ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

1_7401_AzGkhOkPZr-350x350Şu anda “küçük kız çocukları sorunu” çığ gibi büyümekte, yani dedim ya Arapları örnek alıyoruz. Küçük yerlerde kız çocuklarını okula göndermemeye devam ediyorlar. Bir kadının cahil olması demek toplumun gelişimini de etkiler. Bunlar son teknolojiyi kullanarak hala iki bin sene önceki davranışları bu günde yaşatmak istiyorlar. İki bin sene önce ısıtma yoktu o zaman evini ısıtma, uçak yoktu, uçağa binme. Buzdolabı kullanma. Ama kadına gelince o zamana uygun değerleri geçerli kılmak istiyorlar!

İlgilendiğiniz konulardan biri de; Trans bireyler. Trans bireylerin özgürlükleri ve yaşamsal hakları hakkında neler düşünüyorsunuz?

Evet, bu konuyla yeni ilgilenmiyorum zaten politik desteklerimi yıllar önce de veriyordum . 1998′de TRANS İSTANBUL isimli bir proje yaptım. Çünkü bence İstanbul bir transa benziyor şehir olarak. Cazibeli, baştan çıkarıcı, kolay olmayan ama heyecanlı bir şehir. İşte trans cinayetleri de aynen kadın cinayetleri gibi nefretten ve cahillikten kaynaklanıyor. Toplum iki yüzlü. O zaman neden translarla olmak için can atan erkekler ordusu var. Çoğu da evli barklı adamlar! İki yüzlüler de ondan.

İnsanların mahrem gördüğü konuları açık yüreklilikle ortaya koydunuz hatta linç edilmek istendiniz? Bireyler, gizli kapaklı yaptıkları ve yaşadıklarının yüzüne vurulmasında mı rahatsız oldular?

1_7387_GORTGcZ5e9-350x350Aslında benim yaptığım işler yedikleri haltların yanında cidden çok masumlar. Onların rahatsızlığı mahrem olması değil, mahrem diye sundukları sahtekarlıkların bir sanat diliyle anlatılması. Düşünsel eylem haline gelmesi onları rahatsız ediyor. Rahatsız etmeye devam…

Sanat adına pek de iyi şeyler olmadı son dönemlerde. Emek Sineması yıkıldı, tiyatrolar kapandı, heykele “ucube” dendi,”böyle sanat eserine tükürürüm kaldırın çabuk” söylemleri yaşandı. Siz ne düşünüyorsunuz? Türkiye’de sanata ve sanatçıya gerek devlet, gerek toplum tarafından bakış açısı ne durumda?

Hiç bu dönemde olduğu kadar sanata ve sanatçıya saldırıldığını görmedim. İktidarın medyası, her köşe yazarı adeta sanat eleştirmenine dönüştü, “yok tükürürüm ben böyle sanata”, “yok bu bir sanat mı” diyerek sanatı “ahlak” ile hizaya getirmeye çabaladılar. Yazar kasalar, okuyucu kitlesini kışkırtarak sanatçılara karşı bir nefret, bir ötekileşme kampanyası başlattılar. Sanatçılarımızın yurt dışı başarılarını küçümsemeyi de adeta bir görev bildiler. Muhalif çıkışlara hiç bir tahammülleri olmadığı gibi cahil olduklarından David heykeli sünnetsiz olduğu için aşağılayabildiler. Bunlar ne Oscar’ı, sanatçıyı, ne de Nobel almış yazarı umursamıyorlar. Çünkü düşündükleri tek şey iktidarda kalmak ülkeyi keyiflerine göre yönetmek. Çünkü saf halkı cennetin anahtarının onlarda olduğuna inandırdılar. İroniye bakın ki rant kültürünün de tek açılımı millete vaat edilen anahtarlar…

Dünyada ilk kez bir kadın kendini İsa’nın yerine koyma cüretinde bulunduğu eseriniz çok ses getirmişti ancak sanırım İtalya’da bir kere sergilenebildi. Katoliklerin hoşuna gitmediğini biliyoruz. Geçen zamanda yankıları neler oldu? Feminist Hatta Sotheby’s’in Londra’daki Türk Çağdaş Sanatı müzayedesinde 12500 sterline satıldı o eseriniz, yanlış bilmiyorsam?

Yanlışa yer vermemek için ilk kez söylüyorum nedeni; bir kadın sanatçının kendisini çarmıha germesi ve altına basarak, evet ben kendimi Cristo yerine koyuyorum demesi. Sanat tarihi böylesine küçük ama gözden kaçamayacak kadar etkili davranışlarla ilerler. Tabii ki bu işim İtalya’da da sansüre uğradı, yıllarca gösteremediler. Gösteremediğim o kadar çok işim var ki bir gün hepsini gösterme imkanı bulursam sonucunu merak ediyorum.

Sukran Moral / Speculum 1996

Bizde merak ediyoruz açıkçası Şükran Hanım. Ya İtalyan senatosuna aday gösterilme döneminizden bahseder misiniz?

2005′ti. İlk kez “İtalyan Senatosuna aday olur musun” diye teklif geldi, çok şaşırdım. Çünkü,
Burada Almanya’da olduğu gibi önemli bir Türk cemaati yok, yok denecek kadar az. O halde bu sadece benim sanatçı kişiliğime güvenmelerinden kaynaklanıyordu. Irkçılığın yüksek olduğu bu ülkeden İtalyan Senatosu’na aday ilk Türk’tüm. Kabul ettim ama ilk toplantılarda halka Dante’nin Cehennem’inden parçalar okudum. Sözcükleri değiştirerek. Benim parti yeterli oy alamadı ama Prodi’yle birleştiler. Politika bana uygun değil. Önemli bir milletvekili adayı kadın çantasını asansörün önüne bıraktı ve bana baktı. İstediki taşıyayım. Ben de “kusura bakmayın ben bir sanatçıyım kimsenin çantasını taşımam” dedim açıkça. Afalladı.

İnanılması güç bir başarı ve cesaret olarak bakılmalı bence o geçtiğiniz süreç. Peki Şükran Moral şu an ülkenin geldiği noktayı nasıl tanımlıyor?

Biz de iyi bir muhalefet parti yok. Olsaydı sorun kalmazdı. 1980′li yılların askeri darbesini de gördüm, ama bu kez çok değişik; ayaklanan öğrenci kesimi değil tek başına halkın kendisi. Büyük kaygılar da yok değil , senaryo hep aynı. Kötü bir senaryo, ortadoğu projesinde nedense halk diktaya karşı ayaklanıyor, sonuçta iktidara ya asker veya fondamentalistler geliyor. Bu kadar tesadüf olamaz. Batı bir yandan karşı çıkar gibi yapıyor öte yandan Ortadoğu’ya dikta rejimlerinin gelmesine yardımcı oluyor, neden acaba???

1_7390_UlFTwbhcm4-300x300O halde tam da yeri gelmişken Gezi Parkı direnişi için ne söylemek istersiniz?

Gezi Parkı dünya halkları etkileyen çok önemli bir halk direnişidir. Yalnız ben bu direnişin Türkiye Baharı olmamasını dilerim. Çünkü Araplar demokratik örgütlenmeyi başaramadıkları için, yine diktaların egemenliğine geçtiler..

Bu bir süreç ve devam ediyor… Mücadeleye devam!

Size dönelim. Bir dönem şiirleriniz ve yazılarınız çeşitli mecralarda yayımlandı. Yazmaya devam ediyor musunuz?

Yine 1980′li yıllarda Tersane’den Anama diye bir şiir yazmıştım.
Bak şimdi nasıl gündeme geldi! Şiirleri o yıllarda kalsa da bişeyler yazıyorum arada.

 Sosyal medya hakkında düşünceleriniz neler peki? 

Bu meselelerde içlerinde namuslu çok insan çıktı. Toplumsal duyarlılığa korkusuzca eğilen. Ötekilere de yuhhh diyorum.

Şiir peki?
Şairleri çok severim , onlar bir çok konuyla olduğu gibi, toplumun nabzını da tutuyorlar, olaylarla ilgileniyorlar. Yeni nesil çok kuvvetli. Fırat Demir, Burak Dikoğlu ve zaten tanıdığınız Mahmut Temizyürek’in şiirlerini çok severim.

 Okur Yazar takipçilerine ne söylemek istersiniz son olarak ?

Okur Yazar’a teşekkür ederim. Mesajım; Sevgilerine layık olabiliyorsam ne mutlu bana. Çok zenginim demektir. Bir de son olarak Che Guevara’nın cümlesini anımsatarak herkese selamlarımı iletiyorum…

“Savaşan kaybedebilir, savaşmayan çoktan kaybetmiştir.”

Yorum bırakın